Bir sabah erkenden uyanırsınız. Gün daha başlamamıştır. Pencerenin kenarında, henüz konuşmamış, henüz hiçbir şey anlatmamış bir gün duruyordur. O anın sessizliğinde bir şey olur. İçinizde bir yer, fark edilmeden gülümsediğinizi söyler size. Belki bir rüyadan kalan bir his, belki odanın içini dolduran eski bir kahve kokusu, belki de sadece hiçbir şeyin olmaması…
Bu yazı, tam da bu tür anlar üzerine. Ne büyük olaylar, ne gürültülü başarılar, ne de paylaşılmak için can atılan heyecanlar… Bu, sessiz ama derin küçük anların hikâyesi.
İnsan en çok ne zaman hisseder? Belki bir dostun habersiz selamında. Belki uzun zamandır okunmamış bir mektupta. Ya da sadece günün ortasında durup gökyüzüne bakarken…
Modern hayat hızla akar. Bildirimler, görevler, planlar… Ama ruhumuz hâlâ yavaş olanı sever. Anlam arar. Sessizlikle konuşmak ister. Sözcüklere ihtiyaç duymayan o bakışı, o jesti, o düşünceli hareketi tanır.
Bazı duygular yüksek sesle söylenmez. Bazı düşünceler yalnızca dikkatle görülür. Ve bazı sevgiler sadece… olur.


Birine “senin için buradayım” demenin binbir yolu vardır. Ama en güzelleri genelde susarak anlatılır. Bir kapı önüne bırakılan küçük bir not, özensiz gibi duran ama özenle seçilmiş bir kelime, belki sadece bir dokunuş.
Hayatın en kıymetli yanları, gürültüsüz olanlardır. Büyük hediyeler, büyük sözler değil; küçük bir anın, kalbin içine yavaşça düşmesi…
Kimi zaman anlatmanın yolu konuşmak değil, sadece hissettirmektir. Bukutuda.com’un da inandığı şey bu: Her şey anlatılmak zorunda değil. Bazen bir kutu, bir jest, bir zamanlama yeter.
Bugün kelimeleri değil, o küçük anları dinlemeyi deneyin. Belki uzun süredir ilk defa gerçekten birini “duyarsınız”.